Zaman zaman arkadaşlar bir araya gelir sohbet ederiz. Sohbetin konusu bazen edebiyat, bazen din, bazen de memleket meseleleri olur. Özellikle sonuçları değiştiremeyeceğimiz makro düzeydeki olaylar karşısında önyargılarımız, çaresizliklerimiz bizi kaygıya düşürür. Kaygı dediğimiz şey kötü olacağı varsayımıyla belirsizliklerin bizde bir huzursuzluk yaratmasıdır.
Kaygı dediğimiz şey bizi içten içe kemiren ömrü azaltan bir duygudur. İsteriz ki her şey kontrolümüzde olsun, belirsizlik yaşanmasın. Alışılmışın güvenirliğinden dışarı çıkmayalım. Ama hayat değişkendir hiçbir zaman tek düze gitmez. Hem gelişim için değişim gerekir. Bu nedenle değişimle birlikte gelişen belirsizlikleri bir kaygı konusu değil, bir serüven ve keşif konusu olarak düşünelim.
Kaygıların ayağını kaydırmak, içimizde bizi tedirgin eden bu karanlık duyguyu yenmek için dokuz ışıkla önümüzü aydınlatabiliriz diye düşündüm.
1-Kaygıların sebeplerinden biri hayata bir anlam verememektir. Eğer bizi hayata bağlayan bir değer yoksa hayatın rengi kalmaz. Her şey grileşmeye başlar. Oysa yaşamaya değer bir çok anlam bulduğunda hayat güzelleşmeye başlar.
Rahmetli Sabri Tandoğan bir sohbetimizde anlatmıştı.
Bir gün bir arkadaşı telefon ediyor. “Sabri Bey ben artık hayatımda bir anlam bulamıyorum. Dünyaya dair işleri de bitirdim. Ben artık intihar etmek istiyorum. Ama intihardan önce sana bunu söylemek ihtiyacı duydum” diyor. Sabri Bey, “O an düşündüm, intihar edecek adama ne söylenebilir ki. Sonra şöyle bir şey önerdim.” Dedikten sonra devam etti. Arkadaşına, “Şimdi benim söylediklerimi yap. Sonrada intihar etmek istiyorsan et. Evinden dışarı çık. En yakın marketten bir kolonya al. Sonra bulduğun ilk hastaneye git. Orada hiç ziyaretçisi gelmemiş bir hasta bul, onu ziyaret et. Sonra da nasıl karar verirsen öyle yap” diyor.
Adam Sabri beyin dediklerini yapıyor. Kolonya alıyor. Bir hastaneye gidiyor. Müdürden hiç ziyaretçisi gelmeyen bir hastayı soruyor. Müdür yaşlı bir kadından bahsediyor. . Bunun üzerine yaşlı kadının odasına gidiyor. Kolonyayı veriyor. Geçmiş olsun dileklerinde bulunuyor. Ayrılırken, “Sana bir daha gelmemi ister misin? diyor. Kadın, “Eğer benim gibi ziyaretçisi gelmeyen bir başka hastaya gidersen daha çok memnun olurum” diyor. Adam demek ki dünyadaki işim henüz bitmemiş, diye düşünüyor. İyilik yapmanın insanları faydalı olmanın ne kadar önemli bir üst değer olduğunu düşünüyor. İntihardan vazgeçiyor.
2-Hayata mizahla bakmak kaygıları azaltır. Hayata nasıl mizahi bakacağız. Konu uzun olmakla birlikte şu üç şekilde düşünerek bunu yapmak mümkündür. Başımıza gelen olaylarla ilgili olarak “Bunun neresi komik? Bu neye benziyor? Bu olay bir mizah kahramanının başına gelseydi nasıl tepki verirdi?” şeklinde düşünerek olayların mizahi boyutunu görürüz.
3-Kaygıların azaltılmasında işimizin hakkını vererek yapmak önemlidir. Çalışmak sadece ekonomik bir eylem değil aynı zamanda mutluluğumuzun da anahtarıdır. İnsan çalışarak, dünyaya bir artı değer katar. Dünyada var olduğunu ve işe yaradığını hisseder. Çalıştığımızda ve sürekli bir şey öğrenmeyi hiç öğrendiğimizde kaygılanacak zaman bırakmayız. İnsan boşta kaldıkça kaygı üretmeye meyyaldir.
4-Kaygıların ana kaynaklarından biri geleceğin belirsizliğine ve muhtemel kötü şeylerin olabileceği varsayımına dayanır. Oysa gelecek henüz gelmemiştir. Nasıl geleceği ve nelerin gerçekleşeceği sadece zihnimizin ürettiği bir varsayımdır. Bu durumu ortadan kaldırmak için an’a odaklanmak gelecek kaygılarını bertaraf eder. Çocukların şen şakrak olması savaş ortamında bile oyun oynamaya kalkmaları anı yaşamalarıyla ilgilidir. Psikologların “içinizdeki çocuğu ortaya çıkarın” diye tavsiyede bulunması boşuna değildir.
5-Boş zamanlarımızda bizi mutlu edecek bir meşgale bulmak, bir hobi edinmek kaygıları büyük ölçüde azaltır. Hobi dediğimiz şey bizim zorunlu olmadan gönüllü olarak yaptığımız, bizi geliştiren etkin faaliyetlerimizdir.
6-Kaygılarımızın farkına varmak onun çözümünde önemli bir adımdır. Bir şeyi tanımlayabiliyor ve sebeplerini belirleyebiliyorsak onu yenmemiz kolaydır. Birçok insan kaygıyı bir hayat tarzı haline getirir. Kaygının biri bittiğinde hemen onun yerine ikame bir kaygı üretir. Önemli olan olaylar değil onlara verdiğimiz anlamlardır. Kaygılarımızın zihnimiz ürettiği bir anlamdan doğar. Bunun farkına vardığımızda çözüm de üretiriz.
7-Mikro halimizle makro sorunları yüklenerek kaygımızı çaresiz hale getiriyoruz. Bizler ancak etki alanımızdaki sorunları çözebiliriz. Makro düzeydeki olayı mikro yöntemlerle çözemeyiz. Örneğin biz dünyanın barış içinde yaşamasını sağlayamayız. Ama yakın çevremizle dostluklar kurabiliriz.
8-Her gün mümkünse sevdiğiniz bir dostunuzla sohbet etmemiz ruh sağlığı açısından önemlidir. Dostluklar bizim ruhsal gücümüzü ve direncimizi artırır. Çiçero, “ Dostluklar erdem üzerine kurulur” der. İyi insanlar dost kötü insanlar işbirlikçi olur. Dostlarımızın fazla olması için erdemlerimizi çoğaltmamız gerek. Bu arada kötü insanlarla, negatif insanlara zaman geçirmekten kaçınmak gerekir.
9-Acele etmeden yaşamak, hayatı yavaşlatmak. Eski bir özdeyiş vardır. “Yavaş yürüyün, çok ilerleyin.” Hızımızı artırdıkça kontrol bizden çıktığı gibi nasıl bir riskin bizi beklediğini kestiremeyiz. Trafikte “Sürat felakettir” derken, hayatta hızı adeta kutsuyoruz. Nasıl bir bitki erken çiçek açmak için hızlanmıyorsa, meyve vermek için acele etmiyorsa ve her şeyin doğal bir seyri varsa insan hayatının da doğal bir seyri vardır. Acele ederek hayatı sıkıştırmak hem kaygının, stresin ve risklerin sebepleri arasındadır.
Kaygıları hayatımıza egemen kılmayalım. Saydığım bu yöntemlerle biz kaygıya egemen olalım.