YAŞLILAR BİR DEĞER MİDİR YOKSA BİR SORUN MUDUR?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 14 Aralık 1990'da oy birliği ile 1 Ekim’i Dünya Yaşlılar Günü olarak kabul etmiş olup İlki 1 Ekim 1991 tarihinde kutlanmıştır.
İnsan hangi yaşta, yaşlı kabul edilir? Bu sorunun cevabı her toplumun ortalama yaş ömrüne göre değişmektedir. Bu nedenle Dünya Sağlık Teşkilatı ve Birleşmiş Milletlerin yaşlı tanımı gerçekçi değildir. Eğer Dünya Sağlık Teşkilatının yaşlı tanımına bakarsak bizler yaşlanmadan ölüyoruz demektir. Yaşlılık tanımı bu nedenle tartışmalı bir konudur.
Yaşlılığın toplumdaki konumu ve yaşlılık psikolojisini biraz irdelemek istiyorum.
Öncelikle başlığımızdaki soruya bir cevap bulmamız gerekir. Yaşlılık bir değer midir yoksa bir sorun mudur? Yaşlılık bizim kadim kültürümüze göre bir değerdir. Yaşlılık deyince aklımıza saygınlık, olgunluk, bilgelik, tecrübe ve sağduyu gelir. Yaşlılara saygı göstermek kültürel değerlerimizden biridir.
Peki neden günümüzde yaşlılığın bir değerden ziyade bir sorun olduğu algısı vardır? Özellikle sanayi devrimi sonrasında insan değerinin sadece üretim ve tüketime göre ölçülmesi algılarımızda değişikliğe yol açmıştır. Kapitalist anlayış, insanın değerini sadece üretkenliğiyle ölçünce, yaşlıların üretkenliği ve işe yararlılığının azalması sonucunda toplum nazarında değersiz görülmelerine yol açmıştır. Oysaki insan sadece maddi değer üreten ve onunla değerlenen bir varlık değildir. İnsan aynı zamanda manevi bir varlıktır ve bu durumu maddi varlığının üstündedir.
Yaşlılıkta fizyolojik sorunlar olduğu gibi psikolojisinde de sorunlar oluşmaktadır. Birçok yaşlı ölümün yaklaşmakta olduğu varsayımıyla hayata yeni bir amaç, bir anlam verememekte, bu durum psikolojik hasarlara yol açmaktadır. Depresyon ve intihar eğilimleri daha çok hayatın anlamsızlaşması düşüncesine dayanmaktadır. Mevlâna, “Yaşlanmanın yüzümüzden çok aklımızda buruşukluklar yaratacağından korkarım. “Diyerek umutsuzluğun, zihni aktif tutmamanın sakıncasına dikkat çekmiştir.
Sağlığında sık sık bir araya geldiğimiz Rahmetli Sabri Tandoğan bir sohbetimizde anlatmıştı.
Bir gün bir arkadaşı telefon ediyor. “Sabri Bey ben artık hayatımda bir anlam bulamıyorum. Dünyaya dair işleri de bitirdim. Ben artık intihar etmek istiyorum. Ama intihardan önce sana bunu söylemek ihtiyacı duydum” diyor. Sabri Bey, “O an düşündüm, intihar edecek adama ne söylenebilir ki. Sonra şöyle bir şey önerdim.” Dedikten sonra devam etti. Arkadaşına, “Şimdi benim söylediklerimi yap. Sonra da intihar etmek istiyorsan et. Evinden dışarı çık. En yakın marketten bir kolonya al. Sonra bulduğun ilk hastaneye git. Orada hiç ziyaretçisi gelmemiş bir hasta bul, onu ziyaret et. Sonra da nasıl karar verirsen öyle yap” diyor.
Adam, Sabri Beyin dediklerini yapıyor. Kolonya alıyor. Bir hastaneye gidiyor. Müdürden hiç ziyaretçisi gelmeyen bir hastayı soruyor. Müdür yaşlı bir kadından bahsediyor. Bunun üzerine yaşlı kadının odasına gidiyor. Kolonyayı veriyor. Geçmiş olsun dileklerinde bulunuyor. Ayrılırken, “Sana bir daha gelmemi ister misin? diyor. Kadın, “Eğer benim gibi ziyaretçisi gelmeyen bir başka hastaya gidersen daha çok memnun olurum” diyor. Adam demek ki dünyadaki işim henüz bitmemiş, diye düşünüyor. İyilik yapmanın insanları faydalı olmanın ne kadar önemli bir üst değer olduğunu düşünüyor. İntihardan vazgeçiyor.
Yaşadığımız sürece mutlaka insan olarak yapabileceğimiz bir şey vardır. Yaşlıları sadece bir tüketici olarak gören bir zihin insanın manevi değerini ve hayata katkısını değerlendiremez.
Peki yaşlılar da umutsuzluk, işe yaramazlık, takdir edilmeme, sevilmeme duygusu nasıl oluşuyor? Birçok kişi sadece meslek hayatıyla kendini değerli ve işe yarar hissetmektedir. Meslek hayatının yanında bir hobi edinmiyor. Günlük hayatta birtakım etkinliklerden zevk alarak hayata tutunmuyor. Mesleğinden emekli olunca birdenbire statü kaybı ve saygınlığın yitirilmesi duygusunu yaşamaya başlar. Bunun panzeri kamu kuruluşları tarafından yaşlılar için hobi atölyeleri açmak, hayata bağlayıcı etkinlikler yaparak bu psikolojiyi değiştirmektir.
Hayat bir yolculuk gibidir. Yolculuğumuzun anlamlı bir hedefi varsa yorulmadan bıkmadan yolumuza devam ederiz. Nietzsche, “Yaşamak için bir “neden”i olan kişi, neredeyse tüm “nasıl”lara dayanabilir” demiştir. Hayat için neden demek; hedef, anlam ve amaç demektir. Kişinin bir hedefi yoksa her yol belirsiz ve kaygı vericidir. Hedef yoksa nereye gittiğimizin bir önemi yoktur ve hiçbir mesafe alamayız. Hedef yoksa hayatın diğer unsurları da bize yardım etmez. Hedefsiz yolun sonu uçurumdur, intihardır.
Hayatta bir hedefimizin olması ve her gün bir şey öğrenmek bizi canlı tutar. Henry Ford,
“İnsan, öğrenmeyi bıraktığı gün yaşlanır.” Diyerek bize yaşlılık psikolojinden kurtulmanın yolunu göstermiştir. Öğrenmeyi ve öğretmeyi alışkanlık haline getiren kişinin yaşlanması söz konusu değildir.
Yazımı, W. E. Gladstone / S. Ullman'dan bir alıntıyla noktalamak istiyorum.
Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler.
Keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar. İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.