Duyguların İz Düşümü
Meltem Ataş
Bu geçen son otobüstü sanırım. Artık uykuyla hemhal olsam iyi olacak Sabah aydınlığına yakın okunan ezan sesi ile bir namaz vakti sonrasında; çam ağaçlarının o müthiş kokusu, camiden dönen yaşlı amcaların evlerinin yolunu tutarken ki o huzurları, kulağımda ezilmekten hallice kulaklığımla en az elli kez dinlediğim, takılı kalmaktan bi hal olduğum o müthiş parçanın hezimetini yaşarken, sessizliğin huzurunda kalmak isteyecek kadar kararlı bir duruşun telaşı ile sabahlamış bir vaziyette uykuya dalacağım nasıl olsa. Yarın sonra öbür gün... Bekleyeceğim. Her sabah aydınlığını karşılamak için heyecanlı bekleyişim, sonrasında duyduğum sonsuz mutluluk, o sessizliği yerle bir eden kuş cıvıltıları, yaprak hışırtılarının eşsiz melodisi ve bunların verdiği huzur...
Ama şu loş ışıklardan sonraki aydınlıklar olmasa; babamın bir çocuk büyütür gibi özen gösterdiği balkonumuzu süsleyen menekşelerin, kasımpatıların, mercanların o muazzam kokusunu balkonumuza doldurması olmasa. Esen her rüzgarla mis gibi kokusunu balkonumuza doldurmasa, kuşlar selamlama cıvıltıları ile sabahı karşılamak için bu kadar ısrarlı olmasa, güneş aydınlık yüzü ile karanlıkları böylesine kapatmaya çalışmasa, ben sabahları böylesine heyecanla beklemezdim, eminim...
Eskiden yollara bakmak ürkütürdü. Çocukluktan kalan bir korku mu? Yoksa götürdüklerini bir daha geri getirmeyecek olmalarına dair bir tereddüt mü? Bilinmez tabi. Karanlıkların ve uzun yolların insan ruhunda yarattığı o müphem haldir belki. Hani kaybetmeye dair tüm düşüncelerin insan yüreğine kök salması ve o korkuyu taşıması. O yolculukların, yolların hatta karanlıkların bile acıları ve korkuları kendisiyle beraber götüremeyeceğini bildiğimizdendir belki de. İçimizde hep bir kaybetme korkusu belli ki.
Kaç yıl oldu bilmiyorum, deliksiz uykuya dalmayı unuttuğumuz. Zaten kafasını yastığa koyar koymaz uyuyan o insanları hiç anlamıyorum. Hiç mi sıkıntı duymaz, hiç mi dertlenmezsin be arkadaşım? Bu nasıl bur gamsızlık bilinmez tabi. Hani her gece kafamız İl olmaya adayken böyle rahatça uyuyanları anlamak imkânsızlaşır.
Yolculuklardan bahsettikte, değinmeden geçemedim. Her yolculuk sonrası hayatımda yeni planlar yapmayı alışkanlık haline getirdiğimi fark ettim. Yeni yapılacak işlerin, yeni gezilecek yerlerin listesi bir bir belirlenir. O yolculukların bana ne kazandırdığı çok önemlidir. Aslında hayatta biraz böyledir. Yaşadığımız her şey bizi bir adım öteye taşıyabilmişse, hayatımıza yeni anlamlar yükleyebilmişiz demektir. Çünkü her yenilik bizi daha farklı bir güzellikle iyileştirir.
Eh bu karmaşada tavan ile duvar arasında sıkı bir arkadaşlık bağı kuracağımız muhakkak. Odamın duvarına bakıyorum o an. Hazır yeni bir arkadaşlıkta doğmuşken. Boydan boya renkli posterler eşlik ediyor kendisine. En çok da nostaljik takıntılarıma ev sahipliği etmiş belli ki. Bunun izlerini taşıyor her köşe. Atatürk’ün en havalı posteri başköşede Altına özenle astığım pek çok renkli posterler. Her ay sıkı takip ettiğim almak için soluğu kitapçılarda aldığım dergilerin güzel yansımaları bunlar. Sağ tarafı Yeşilçam Masası almış, Sol tarafta Hababam Sınıfı Mavi Boncuk filmlerinin en güzel esintileri. Tam ortada boydan boya mandallarla tutturulmuş renkli kartlar dikkat çekiyor. En sevdiklerimden aldığım hediyelerin öznesi onlar. En çok özeni onlar hak etmiş. Canım Leon’un en sevdiğim posteri Mathilda. Yanında fazlaca dikkat çeken Oscar Wilden “Bütün kişilikler alınmış, iyisi mi kendin ol “diye mesaj veren dev posteri. Kim bilir ne zamandan beri asılı duruyorlar bu duvarda. En çok da gezilecek yerlerin listesi dikkat çekiyor. En başı Venedik almış. Demek ki en çok oraya gitmek istemişim. Bunun romantizmle falan alakası yok diyemeyeceğim. O büyülü atmosferden etkilenmemek imkânsız.
İşte hayaller biraz da böyle. Gerçekleşmesi arzu edilen bir umudun resmidir onlar. Hayal kurmayı bırakmayalım. Çünkü;
Hiçbir şey insanın hayal gücü kadar hür değildir...