Meltem Ataş

Gençler Umutlarıyla İhtiyarlar Anılarıyla Ayakta Kalırlar

Meltem Ataş

Sevilen bir yaşlı çiçek açmış kır gibidir.

Dedemleri ziyarete gittiğim haftasonlarndan biriydi yine;  'İhtiyarlık hep kalabalığı arar' derler ya, ne kadar da doğruydu. Beni görünce nasıl bir mutluluk kaplamıştı yüzlerini. Sanki gurbetten gelen çocuklarını karşılıyorlardı o an kapıyı öyle bir heyecanla açtılar ki...

Anneannem her zamanki gibi kendine o çok yakışan beyaz başörtüsünü örtmüş, upuzun elbisesini giymişti. O gülen yüzüyle karşılamıştı beni sarıldım o an yine misler gibi kokuyordu. 'Ne sürdün yine böyle güzel koktun pamuğum' dedim gülerek. Pamuk ninem o güzel yüzünde yaptığı ibadetlerin nurunu taşırdı adeta. Dedem;

'Anneanneni görünce beni unuttun.'  Yine diye sitem ederdi, sessiz sessiz gülerken. Yüzüne çok yakışan uzun sakalları vardı dedemin. Çepkeni ile pantolonunu pek çıkarmazdı. Öyle yakışırdı ki; sanırdım o kıyafetleri en güzel dedem taşır. Oturup uzun uzun doyumsuz sohbetler ederdik. Dedemin o güzel Türkçesine her konuşmasında daha bir hayran kalırdım. Kitap okur uzun uzun notlar alırdı. Kendi kendine yaptığı o özenli çalışmalara imrenir onu kendime örnek almaya çalışırdım. Bazende gözlerim dolardı izlerken yalan yok onu bir gün kaybetme korkusunu içten içe hep yaşardım.

Tontonum, anneannem ya sen? Hayatımda herkesten çok sevdiğim kıymetlimdin yöresel şivenin en güzel kelimeleri süslerdi konuşmalarını. Bide her konuşmanda sana takılır, hiç duymadığım bazı kelimeleri not alırdım defterime, senden bir hatıra niyetine. Dua edişini izlerdim uzaktan sen görmezdin. Öyle içten dualarederdin ki seni izlerken buruk bir acı otururdu yüreğime. Allahım ona sağlıklı bir ömür ver diye dualarım olurdu sana duyurmadığım. Sen hiç bilmezdin. Her huzur bulmak isteyişimde sığınağım olurdu bu ev. Ve bu evde ne kadar huzur varsa sanki hepsini ben duyardım.

Akşam olunca dedem seslenirdi; ''Sen çayı çok seversin, hadi bir çay demle de içelim güzel kızım.’‘-Ohooo dedeciğim çoktan demledim’ derdim. Hep beraber bu çay krizlerime gülerdik. Dedem çayın zararlarını anlatırdı uzun uzun. Çok içiyorsun diye tatlı sitemler eder, herşeyin azı karar çoğu zarar derdi. Sonra eskilere uzanan bir yolculukta hoş sohbetler ederdik. Dedem yaşamadığımız nice güzel duygulardan ve eskilerden bahsederken onu hayranlıkla dinlerdim.

Yine bir akşam vakti çayımızı yudumlarken anlatmaya başladı;  Güzel kızım eskiden fakir ama mutluyduk biz. Bu mahalleye taşındığımız zaman güzel dostluklar kurduk. İyi niyetli yardım sever komşularımız vardı. Herkes yardımlaşmak için adeta birbiriyle yarışırdı. Paranın aldatıcı büyüsü daha sarmamıştı yürekleri. Gençler hep Ferdi Tayfur dinlerdi ama bizim Zeki Müren’imiz vardı. Sanat müziğini ne güzel söylerdi öyle. Şimdiki gibi bilgisayarlar, CD çalarlar yoktu o zamanlar. TRT radyomuz vardı ki sanat müziğine doyardık yalan yok. Bir takım elbisemi bir çift ayakkabımı olurdu. O ayakkabıları defalarca boyar tamir eder giyerdik. Yenisini almak ne mümkün. Zaten bizim sokakta da ikinci bir çift ayakkabı alana da rastlanmazdı.

Sabah fırından ekmek almakla başlardı mutluluğumuz. Peynir, birkaç zeytin bir bardakta çay. Sobada ısıttığımız bir parça ekmeğimizde varsa değmeyin keyfimize. Sıkıntılarımızı bile unuturduk bir anda. Para henüz kirletememişti sokağımızı ve hayatlarımızı, onurumuz herşeyden önde gelirdi. Çıkarsız sevdalarımızı barınak yapardık yüreklerimize. Sevda yüreklere düşmeye görsün öyle kolayca çıkamazdı bu sokaktan, elini kolunu sallaya sallaya. Ya kadirşinas dostluklarımıza ne demeli? Bir fincan kahvede kırk yıl hatır bırakan. Kimse yapılan iyiliği unutmazdı, hayrını ulu orta konuşmazdı etrafta. İyilik gizli olursa eftaldir derdi dedem.

Bakkal Rasim Efendi dükkanı her sabah besmele ile açardı. Besmele her hayrın başı derdi. Hatice teyze evden her çıkanın ardından bir tas su dökerdi, ev ahalisi sokağı dönüp gözden kaybolunca kadar dualar ederdi. Evlerde siyah beyaz televizyonlar vardı. Farklı renklerin hayatımıza henüz girmediği tek renkli dönemlerdi. Birde TRT radyomuz vardı ki kaliteli müziğe doyardık yalan yok.

Şimdiki gibi cep telefonları yoktu tabi o zamanlar. Ev telefonu mahallede en fazla bir evde olurdu ki o da Hatice teyzelerin evinde. Telefonla konuşmak isteyenler ekmek kuyruğuna girer gibi kapının önünde bir ümit beklerdi, sıra ne zaman gelir diye. Özlem ve hasretlerini o kısacık dakikalara sığdırmaya çalışırlardı.

Eski dönemler olurda gece bekçileri olmaz mıydı? Bekçi Mehmet Efendi vardı mahalle bekçimiz. Tabi o dönemlerde akşam dokuzdan sonra kimseler sokaklarda olmazlardı. Bir Mehmet Efendi olurdu birde soğuktan kendine yer edinememiş zavallı hayvancıklar. Bekçi mahallede herkes huzurlu uyusun diye sabaha kadar dolandırdı sokaklarda, kar yağmur demeden. Bir bardak demli çay ikram etmeye gör dünyalar onun onulurdu. Adeta bütün üşümüşlüğünü unuturdu.

Dedim ya güzel kızım insanların temiz duygularla yaşadığı, güzel zamanlarda yaşadık biz. Eksiklerimizle mutluyduk, herşeye sahip değildik. Olsak bu kadar mutlu olmazdık belki de. İnsanlığın masumiyetini taşıyan, onurunu herşeyin üzerinde tutan insanlardık işte. Ve şerefli bir hayatı yüreğimizde barındırarak taşıdık bu günlere.

Dedemin cümleleri bitmişti gözlerimiz dolu dolu susmuştuk o an. Birazda yürek burkuntusuydu hissettiğim. Pek çok şeyi yaşayamadıkları için belkide, eksikleriyle mutlu oldukları için kim bilir... Tertemiz yüreklerine onurlu bir duruşla koca bir hayatı taşımışlardı geleceğe…                                                                                                

Rahmetle...

Yazarın Diğer Yazıları