Son zamanlarda, teknoloji hayatımızı inanılmaz derecede kolaylaştırdı. Sabah uyandığınızda akıllı telefonunuzun size en sevdiğiniz şarkıyı çalması, gün boyu işle ilgili her şeyi tek bir cihazdan yönetebilmeniz, hatta akşam yemeğinizi birkaç dokunuşla kapınıza getirtebilmeniz mümkün.
Anlık mutluluklar ve geçici huzur vaatleriyle çevrili bir dünyada yaşarken, aslında büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalıyoruz: Hissizlik. Teknolojinin bizi çevrelediği bu dünyada, artık birbirimizle gerçek anlamda bağ kurmakta zorlanıyoruz. Hatırlıyorum, geçen gün bir arkadaşımın yakını vefat etmişti. Ona samimi bir şekilde sarılmak yerine, kısa bir mesaj göndermekle yetindim. Bu durumu fark ettiğimde, insanlığımızın bu yüzeyselliğe doğru nasıl kaydığını düşündüm. Hissizlik kuyusuna nasıl düştüğümüzü anladım.
Bu durumdan çıkış yolu, insanlık tarihinin derinliklerinden gelen bazı temel kavramları yeniden hatırlayıp tekrar inşa etmekte yatıyor: Merhamet, sorumluluk ve konfor alanını terk etmek. Merhamet, en başta kendimize ve sonra başkalarına karşı duyduğumuz derin bir anlayış ve şefkat duygusudur. Bu duygu, insan olmanın özüdür. Bir an durup, sokakta gördüğümüz bir kedinin açlığını, komşumuzun sıkıntısını düşünmek, merhametin günlük hayatımıza nasıl yansıdığını gösterir. Charles Dickens’ın eserlerinde, toplumsal eşitsizliklere karşı duyulan merhamet, insan hayatındaki önemini güçlü bir şekilde vurgular. Ancak bu kavramlar sadece edebiyatın değil, bizim günlük yaşamlarımızın da bir parçası olmalıdır. Mevlana’nın "Şefkat ve merhamette güneş gibi ol" sözü, bu değerin ne kadar evrensel olduğunu gösterir. .Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" hadisi ise, merhametin toplumda ne kadar hayati bir yer tuttuğunu bize hatırlatır. Merhamet, modern dünyanın mekanik ve soğuk yapısına karşı, insan ruhunu besleyen, ona sıcaklık ve derinlik kazandıran en güçlü duygulardan biridir. Fakat teknoloji bu sıcaklığı bizden çalıyor gibi.
Sorumluluk ise hayatımızın her alanında karşımıza çıkar. Çalıştığımız işte, ailemizde, sosyal çevremizde… Kur’an-ı Kerim’de "Herkesin kazancı kendi lehine, zararı da kendi aleyhinedir" ayetiyle ifade edilen sorumluluk, sadece kendi eylemlerimizle değil, başkalarının yaşamlarını da etkilediğimizi hatırlatır. Sorumluluk bilinci, bizi hem bireysel hem de toplumsal olarak daha duyarlı hale getirir.
Konfor alanı ise hepimizin kaçmak istemediği o sıcak, güvenli bölgedir. Ancak, bu alan içinde kalmak bizi büyümekten alıkoyar. Cervantes’in "Don Kişot" romanında olduğu gibi, alışılmış kalıpların dışına çıkarak kendi gerçekliğimizi yaratmak, konfor alanının ötesine geçmenin önemini gösterir. Mevlana’nın "Mesnevi"si de bu konuda derin bir bilgelik sunar. Günümüzden bir örnek olarak, Steve Jobs’unkariyerinde risk alarak Apple’dan ayrılması ve sonrasında yeniden Apple’a dönerek firmanın bugünkü devasa yapısını oluşturması, konfor alanını terk etmenin gücünü gösterir.
Teknolojinin sunduğu konfor, yüzeyde cazip görünse de derinlerde insanı yalnızlığa ve anlamsızlığa sürüklüyor. İnsanların yüz yüze iletişim kurmak yerine ekrana bakarak vakit geçirmesi, derin bir bağ kurmayı zorlaştırıyor. Gerçek anlamı bulmak ve insan olmanın özünü korumak, merhamet, sorumluluk ve konfor alanını terk etmekle mümkün. Bunu yaparken, kalplerimizi yeniden merhametle doldurmak, sorumluluk bilincimizi güçlendirmek ve kendimizi konforun kısıtlayıcı sınırlarından kurtarmak gerekiyor. Bu değerler, bizi hem kendimize hem de birbirimize yaklaştıracak. Teknolojinin sunduğu kolaylıkların ötesinde, insan olmanın asıl değerini bulmamız, ancak bu kadim değerlerin rehberliğinde mümkün olacaktır. Modern dünyada varoluşun anlamını bulmak, sadece dış dünyada değil, içsel bir dönüşümle ve bu değerlerin ışığında gerçekleşebilir.